reklam
reklam

Spor Küba'da sistem mi? yoksa gelenek mi?

Köşe Yazarı: MURAT İLTER   Eklenme Tarihi: 13 Ağustos 2024, Salı - 09:15   Okunma Sayısı: 160072

Sosyalist rejimin sporu bir propaganda aracı olarak kullanmayı keşfettiği 1972'ye kadar Küba'nın Olimpiyatlarda doğru dürüst başarısı yoktu. O yıl erkekler basketbolda alınan Bronz madalya o kadar çok ses getirdi ki, başarı sadece sosyalist, Küba'nın değil, dünyadaki tüm sosyalist ülkelerin başarısı olarak kabul gördü.

Küba rejimi, sporu kullanarak aynı zamanda ambargo altındaki halkına bir çıkış yolu sunmayı ilke edindi. Rahat bir hayat için spor yap ve başarılı ol. Başarılı olmak için çalış, çalış, çok çalış. Bunun için ülkenin her yerine spor salonları ve sahalar yapıldı. Çocuklar ve aileleri spor için teşvik edildi. 1961’de eski diktatör Fulgencio Batista’nın Spor Genel Müdürlüğü, Ulusal Spor, Beden Eğitimi ve Rekreasyon Enstitüsü’ne (INDER) dönüştürüldü. Küba’nın en seçkin spor tesisleri sıradan vatandaşların kullanımına açılmış oldu. Böylece sporun Küba'da bir gelenek haline gelmesi sağlandı. Küba, sporu yaygın bir boş zaman etkinliğine, doğal kabiliyete sahip sporcular için ulaşılabilir bir mesleğe ve nüfusunun sağlığını korumanın bir yoluna dönüştürdü.

Bokstaki şaibeli madalyalar

1972 ve 1976 Olimpiyatları da dahil olmak üzere Küba'nın Boks'ta kazandığı Altın madalyalar ve diğer 78 madalya hep şaibe ile anılacak. Elbette içlerinde tüm maçlarını nakavt ile kazanan Teófilo Stevenson'ı ayrı tutmak gerekir. 
Ancak 1972'de Orlando Martinez, Emilio Correai Jorge Hernandez, Angel Herrera'nın, 1976'da Jorge Hernández ve Ángel Herrera'nın Altın madalya yolunda karşılaştığı güçlü rakiplerini hep 3-2'lik sonuçlarla yenmesi oldukça kafa karıştırıcı. Aslında maçların hakemlerine baktığımızda Kübalı boksörleri kollayan Sovyet ve demir perde ülkeleri hakemlerini rahatlıkla görebilirsiniz. Demir perde ülkelerinin hakemleri tarafından kollanan Kübalıları Boks'un kralı haline geldi.
Bokstaki Altın madalyalarını 67 ülkenin boykot ederek katılmadığı 1980 Olimpiyatlarında rahatlıkla arttırdılar. 6'sı Boksta olmak üzere 8 Altın ve 20 madalya sosyalist ülkelerin olimpiyatında kazanılması çok da zor olamayan başarılardı. Bu madalyalara kadınlar cirit atmada Maria Caridad ve Halter'de Daniel Nunez'in Altın madalyaları eşlik etti.
1992'de Barcelona'ya gelindiğinde Sotomayor gibi bir yeteneği dünya sporuna kazandıran Küba, 1984 ve 1988'in yokluğunu o yıl 14 Altın ile çıkarttı. Bu Altınların 7'si yine Boks'tan geldi. O yıl kuralların değiştirilip, maçların sayıya bitmesi aslında Kübalıların ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey değildi. Bu tarihten sonra Boks başta olmak üzere, Güreş, Judo gibi mücadele sporlarında Sosyalist ülkeler aralarında anlaşıp madalyaları birbirlerine adeta hediye ettiler. Tıpkı 51 kg'da Altını Kuzey Kore'ye bıraktıkları gibi.
Boksta kazanılan madalyaların şaibeli olduğunun bir diğer ispatı da, Olimpiyatlar sonrasında pek çok Kübalı boksörün unvan maçı için yapılan daveti reddetmesiydi. Küba Boksta Altın yıllarını yaşadığı dönemde Olimpiyat şampiyonu Stevenson'a Muhammed Ali'ye karşı dövüşmesi karşılığında beş milyon dolar, Felix Savón'a ise Mike Tyson'a karşı dövüşmesi için 10 milyon dolarlık bir para teklifinde bulunulmuştu. Gerekçe olarak sosyalist rejimle yıkanan bu bedenler para için dövüşmeyi reddettiler.  Çünkü para karşılığı spor, kurdukları spor geleneğine tersti. Belki de hak edilmeden kazanılan unvanların, gerçek boksörler karşında kumdan bir kale yıkılacağını bildikleri içindir. Zira hiç bir Kübalı boksör profesyonel boksa geçmedi.

Takım sporlarında gelen başarı

Küba rejiminin spor adına yaptığı en büyük hamle, ülkedeki takım sporlarında profesyonelliği yasaklaması oldu. Yerli ve yabancı transferlerin kaldırılması, özel takımların kapanmasına sebep oldu. Ayakta kalan kamu takımları amatör spor ruhunu öyle güzel işlediler ki, basebol, voleybol gibi takım sporları amatör ruhla oynayan, her gün çift idman yapan sporcuların uluslar arası arenada başarılı olmasını sağladı. 1992 ayrıca artık Küba'nın ata sporu haline gelen Basebol'da ilk Olimpiyat Altın madalyasını aldığı sene olarak kayıtlara geçti. Elbette, o yıl ve 4 sene sonraki oyunlarda da Birleşik Amerika takımının kolej oyuncularıyla gelmesi ve Küba takımının pek çok oyuncusunun New York Yankees gibi önemli ABD takımlarda oynaması onları rakipsiz kılıyordu. Ayrıca o yıllar ünlü koç Eugenio George'un kurduğu kadın voleybol takımının yükselişine de sahne oldu. Bu başarıyı üst üste 2 Olimpiyat şampiyonluğu ile de taçlandırdılar. Voleybol kadın takımının dünya ve olimpiyat şampiyonlukları sadece sosyalist ülkelerde sevinçle karşılanmadı. Üçüncü dünya ülkeleri de kendilerinden gördükleri bu insanların başarısı ile gurur duymaya başladılar. Bu tamam da sosyalist rejimin istediği bir şeydi. Oyuncular o kadar onare edildiler ki, çıkıp bir gün boyunca aralıksız maç oynayabilecek duruma geldiler. Ne para, ne pul umurlarında değildi. Çünkü onlar sosyalist rejimin, ambargo altındaki ezilmiş bir milletin ayakta kalan son neferleriydiler.

Voleybol'un çöküşü

Sydney 2000’deki altın madalya Küba’nın altın kuşağının son şampiyonluğu oldu. Bundan sonra Küba voleybolu hızlı bir düşüşe geçerken Atina 2004’teki bronz madalya da Küba’nın kazandığı son uluslararası başarı oldu. Bunun en önemli nedeni Küba’daki kuralların artık voleybol için işlememesiydi. 2013’e kadar yürürlükte kalan bir kurala göre yurtdışında bir kulübe transfer olan bir oyuncu milli formayı bir daha giyemiyordu. Öte yandan sporun bir kamu politikası olması ve gençlerin spor için teşvik edilmesi oyuncu havuzu genişletti. Ülkede profesyonel bir ligin olmaması milli takım seçmelerini zor hale getiriyordu. Ayrıca iyi oyuncuların başka ülkelerin vatandaşlığına geçmesi Küba voleybolunun sonu getirdi. Öyle ki, Küba milli takımı gittikçe daha genç ve tecrübesiz ekiplerle sahaya çıkmaya başladı. Mesela Türk vatandaşlığına geçen Melissa Vargas, 2013’te ilk kez milli formayı giydiğinde yalnızca 13 yaşındaydı. Bu örneği diğer takım sporları için de geçerli sayabiliriz.

 Küba gençliği uyanıyor

Son yıllarda Kübalı sporcular artık sosyalist rejim için değil, kendileri için spor yapmak istiyor. Sağlam temeller üzerine kurulmayan spor sistemi bir daha doğrulmamak üzere çökmekteydi. Küba'da doğup büyüyen 21 Kübalı sporcu, IOC'nin izniyle; 2024 Paris Olimpiyatlarına içinde Türkiye'nin de yer aldığı 14 başka ülke bayrağı (İspanya, İtalya, Portekiz, Bulgaristan, ABD, Kanada, Türkiye, Şili, Porto Riko, Azerbaycan, Polonya, Brezilya ve Belçika) altında katıldı. Bu yıkılmaz bir sistem kurduğunu söyleyen bir ülke için oldukça gurur kırıcı bir durum. Elbette hala sosyalist rejiminin Güreşçi Lopez Nunez gibi yılmaz koruyucuları var. Ancak unutulmaması gereken şey Küba'da artık kapitalist-emperyalist devletlerden nefret edenlerin sayısı her geçen gün azalıyor. Hatta hayranlık,  bir zamanlar nefret edilen ülkelere kaçışı hızlandırıyor. Sovyetlerin dağılması, sosyalist ülkelerin rejim değişiklikleri Küba'nın aldığı madalyaların azalmasına neden oldu. 2000 Sydney'de rekor katılım ile 229 sporcu ile katılmalarına rağmen madalya sayısında Barcelona'nın gerisinde kaldılar. Altın madalyalardaki düşüş Paris 2024'de kendisini gösterdi ve spor ülkesi Küba sadece 2 Altın alabildi. Diğer madalyalarda kano hariç gene aynı branşlardan geldi.

 

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Yeşim Demir'le Rüya Yorumu


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam